XIII-MOLA
Hayatım boyunca en fazla 10 kere başım ağrımıştır irili
ufaklı, hafif veya ağır. Migrenim tutmaz, sinüslerim akmaz, akıyor sanılır ama
akmaz. Kafama kolay kolay ağrı yaratacak bir şey takmam, planların ve planlama
evrelerinin ufak ayrıntıları dışında… Askere de gelmeden önce kesinlikle hasta
olacağım konusunda uyarılmıştım fakat yıllardır ciddi veya yaygın hastalık
geçirmediğim için yanıma bir nezle ilacı dahi almadım. Sadece gelmeden önce
dişlerimden birinin yarısı düştüğünden ağrı kesici hap getirmiştim. Geldikten
bir süre sonra bir burnum akmaya başladı ki, dedim kesin grip oldum. Bir süre
sonra fark ettim ki kafamı öne eğdiğim an başım ağrıyor ve burnum akmaya
başlıyor. “Moruk!” Dedim birden. “Beynini kullanmamaktan sinüslerin dolmuş
birikmiş, durmadan akıyor! Böyle bir ortamda sorun yaşamamak için gerekten
beynini tam kapasitede kullanmaman gerekiyor…”
XIV-TERAPİ VE ARINMA
Düşünmekten yorulmak. Özellikle son 5-6 yıldır yakın çevremin
de farkında vardığı en belirgin özelliklerimden biri haline geldi. Kendimden de
uzaklaşmam gereken şu 3 haftalık dönemin ilk 2 haftalık diliminde ise en yoğun
biçimde yaptığım şey, yorulduğumu düşünmemekti. Yorulmadığımı düşünmek değil
de, yorulduğumu düşünmemek. En sık gerçekleştirdiğim etkinlik zaten, şu ara
yapabiliyorken hazır, düşünmemek. Ne sosyal medya platformlarını, ne işimi, ne
geleceğimi, ne isimleri… Bir miktar geçmişimi düşündüğümü fark ettim, o da
boşluğa düşmemek içindi sanırım, az kaldı, az…
XV-ÖZLEMEKLER
Hem de çok az! Zamanında yıl sayılan bir ortamda, ayları
sayan insanların arasında günleri sayarken, saatleri sayar hale gelmek. Sahi
kaç saat kalmış bakalım: 44 saat! Normalde ne yapılır, ne yaparım bu kadar süre
içinde? Üst üste 22 futbol maçı izlenebilir, 12-13 tane Türk işi Reality Show
izlenebilir. Uçakla Avustralya’ya gidilebilir. Genel seçim sonuçları
açıklanabilir, hatta bir ülkenin rejimi değişebilir. 3 kere rakı masası kurup,
içip ayılıp, içip ayılıp, içip ayılınabilir. Biz ne yapacağız? Yürüyüş, bir
miktar bağırış çağırış, bekleyiş, bekleyiş ve bekleyiş… Çok özlediğim
özgürlüğüme, sakallarıma, hobilerime kavuşmak için katlanmam gereken bunlar
sadece. Çok özlemesem de ilk defa bu kadar uzak kaldığım sanal dünyaya, iş
ortamına ve İstanbul kalabalığına da kavuşacağım. Hayatıma kattığım 10-11 kişi
dışında buradan özleyeceğim hiçbir şey olmayacak, tabii bir de buradan çıktıktan
sonra sormak lazım, belli olmaz.
XVI-SAATLER VE İNSANLAR
24 saatin altına indik. Yemin töreni öncesi yoğun ayakkabı boyası kullanımından dolayı hepimizin kafası güzelleşti sanki, son gece neredeyse sızar gibi uyudum. Herkes yavaş yavaş gerçek kimliğine
geçiş yapmaya başladı, buna ben de dâhilimdir muhtemelen. Kendi benliğimden
uzaklaştığım 3 haftanın sonuna geldik. Öğleden sonraları Güneş batmadan önce
yatakta oturup veya yatağa uzanıp günlük tuttuğumu sananlar oldu, oysa ki biraz
daha farklıydı benim amacım. Yine de bahsetmeden geçemeyeceğim şeyler var. Ne
kadar şanslı olduğumu, ne kadar iyi bir koğuşa düştüğümden bahsederek birkaç
kez belirtmiştim zaten. Bunun dışında, bir günlük tutuyor olmasan da, birer cümleyle
de olsa bahsedilmesi gereken şeyler olduğu açık, gördüğüm kadarıyla bunların
notunu tutan kimse olmadı. Öncelikle koğuş dışından başlayarak, komutana
Playstation oynayacak zaman kalmadığı hakkında şikâyette bulunan, her zaman
içtima sırasının en sonunda, kantin ve TV sırasının başında bulabileceğimiz,
adını CashFlow koyduğumuz elemanı ölümsüzleştirmek istedim. Koskoca kışlada
sadece 1 kişiyi doyasıya pataklama hakkım olsa, bu adamı seçerdim. Bir de 3 tanesi fermuarlı toplam 9 cebi olan adamların neden cüzdanlarını boyunlarına astığını kesinlikle anlayamayacağım, neyse... Koğuşu
enlemesine tam ikiye böldüğümüzde, karşı tarafta az da olsa bir şeyler
paylaştığım 1-2 kişi oldu. Kısa da olsa müzik hakkında konuşabildiğim Melih, iş
dünyası hakkında şikayetlerimizi paylaştığımız ve iyi bir insan olduğuna
inandığım Ozan ve idari işler sorumlusu seçilip belgelere boğulan, her gün en
az 1 kere babamızın adını söylediğimiz Deniz… Gelelim bu tarafa. İleride
konuşacak olsak da olmasak da, aklıma gelecek ilk özellikleri ile sırasıyla cam
tarafı, şafak doğan güneş iken yeterince sağlıklı bir değerlendirme olacaktır.
Yaptığı şakaların hepsini anlayabildiğim, yaptığım şakaların hepsini
anlayabilen, aklıma geldiğinde her seferinde gülmek ile ilgili bir anı gelecek
olan, ülkenin en enteresan imamı Abdullah hoca… Eğitim sürecini yatarak geçiren
ve eski oturduğum yerde komşu olup, hiç karşılaşmadığımız Alican… Alt ranza
komşum ve can dostum seçilen, ”badim”, mazbut ve aşırı saygın görünümlü bir
müfettiş, aile babası memurun dahi böyle bir ortamda nasıl ağzının bozulduğuna
şahit olduğum kara mamba Boğaç… Sınırlarımızın birbirine tam zıt olduğu, oyun
oynarken hayattaki kurnazlığı yeni çözdüğünü düşündüğüm ve bundan rahatsız
olan, yaşadığım muhiti en iyi anlayabilecek tek insan, aşırı iyi insan,
Esenyurt için fazla iyi insan Uğur… Zaman zaman dertleştiğimiz, hayatın
sillesini yemiş olan ve artık huzur arayan, sövmesine bile güldüğümüz, şu 3
haftalık dönemdeki kahkahalarımızın sebebindeki en yüksek yüzdeye sahip iki insandan
biri Hüseyin.. Avrupa’daki hayatı enine boyuna tartışabileceğimiz (özellikle
Bulgaristan ve Bulgaristan göçmenleri hakkında), çocuk ruhunu kaybetmemiş Burak…
Birkaç saat sonra tıraş köpüğüne boğulacağından habersiz olan, az kalsın
neredeyse iyileşmiş olan kekemeliğini üzerimize yapıştıracak olan insan, en gür
ve en çok seslimiz, en yüksek ikinci yüzdeye sahip diğer insan, her ortamın
adamı Hasan… Koğuşun en büyüğü, en acayip hikayelerine sahip, dinlemesi hep
keyifli, zeki insanlarından birisi Ahmet Abi… Beşiktaş ve futbol sayesinde çok
uzun süre iletişimde kalacağımıza inandığım, ortak kültürel altyapımız
sayesinde tek mimikle bile anlaşmayı başarabileceğimiz Ahmet… Bir askeriye
ortamı için fazla bilgi sahibi, her konuda bir fikri olan, zeki ve her daim
hayatımın bir yerinde olmasını temenni ettiğim Sahir… Trakya saflığı ve iyiliği
yüzüne ve içine işlemiş, nadiren izleyebildiğimiz maçlardaki vazgeçilmez
partnerim, aynı anda hem naif hem kurnaz olabilen ve her ortamda kendini
sevdirebilecek olan Onur… Ve son olarak beni iyiden iyiye çaya alıştıran, “abi
fazla aldım iç işte” diye diye çaykolik yapan, askeriye ortamı iççin fazla zeki
olduğunu düşündüğüm, kendini dinletmeyi bilen Mehmet.. İyi ki girdiniz hayatıma
moruklar, umarım iyi ki girmişimdir hayatınıza.