26 Eylül 2019 Perşembe

DIŞARIDAYKEN


XVII-KAPANIŞ
Döndüm ve 1 hafta geçti üzerinden. Evime geldim, sigaramı yaktım, yaslandım arkama ve gitmeden önce gelir gelmez içerim diye buzdolabında bıraktığım biramı koydum masaya, havanın sıcak olup olmadığını hatırlayamıyorum, dışarıdaydım ama evimdeydim, özgürlüğümdeydim aslında. Bir yudum aldım, bir nefes çektim, hiç askere gitmemiş gibiydim. Hayatıma kaldığım yerden devam edecektim, bavulumu dahi açmamıştım daha… İki saate yakın yaşadığım keyiften sonra bavulu açmak için kalktığımda hissettim 3 haftalık fiziksel yorgunluğu, gitmemiş gibiyim hissi kayboldu ve fotoğraflar gelmeye başladı. Evet yaşandı tüm o şeyler, özledim mi? Hayır. Kendi rutinlerime tekrar ayak uydurmak üzereyim ve yine her zamanki gibi huzurluyum. Bantlarımı çıkarttım, sahalara daha dakik, daha planlı ve daha verimli döneceğimi hissediyorum. Günde 1 paket sigaraya çıktım ama, gittiğim çakmakla geldim. O karganın da tüyünü getirdim, olabildiğince uzun saklamayı düşünüyorum...

BİTİRİYORUZ


XIII-MOLA
Hayatım boyunca en fazla 10 kere başım ağrımıştır irili ufaklı, hafif veya ağır. Migrenim tutmaz, sinüslerim akmaz, akıyor sanılır ama akmaz. Kafama kolay kolay ağrı yaratacak bir şey takmam, planların ve planlama evrelerinin ufak ayrıntıları dışında… Askere de gelmeden önce kesinlikle hasta olacağım konusunda uyarılmıştım fakat yıllardır ciddi veya yaygın hastalık geçirmediğim için yanıma bir nezle ilacı dahi almadım. Sadece gelmeden önce dişlerimden birinin yarısı düştüğünden ağrı kesici hap getirmiştim. Geldikten bir süre sonra bir burnum akmaya başladı ki, dedim kesin grip oldum. Bir süre sonra fark ettim ki kafamı öne eğdiğim an başım ağrıyor ve burnum akmaya başlıyor. “Moruk!” Dedim birden. “Beynini kullanmamaktan sinüslerin dolmuş birikmiş, durmadan akıyor! Böyle bir ortamda sorun yaşamamak için gerekten beynini tam kapasitede kullanmaman gerekiyor…”

XIV-TERAPİ VE ARINMA
Düşünmekten yorulmak. Özellikle son 5-6 yıldır yakın çevremin de farkında vardığı en belirgin özelliklerimden biri haline geldi. Kendimden de uzaklaşmam gereken şu 3 haftalık dönemin ilk 2 haftalık diliminde ise en yoğun biçimde yaptığım şey, yorulduğumu düşünmemekti. Yorulmadığımı düşünmek değil de, yorulduğumu düşünmemek. En sık gerçekleştirdiğim etkinlik zaten, şu ara yapabiliyorken hazır, düşünmemek. Ne sosyal medya platformlarını, ne işimi, ne geleceğimi, ne isimleri… Bir miktar geçmişimi düşündüğümü fark ettim, o da boşluğa düşmemek içindi sanırım, az kaldı, az…

XV-ÖZLEMEKLER
Hem de çok az! Zamanında yıl sayılan bir ortamda, ayları sayan insanların arasında günleri sayarken, saatleri sayar hale gelmek. Sahi kaç saat kalmış bakalım: 44 saat! Normalde ne yapılır, ne yaparım bu kadar süre içinde? Üst üste 22 futbol maçı izlenebilir, 12-13 tane Türk işi Reality Show izlenebilir. Uçakla Avustralya’ya gidilebilir. Genel seçim sonuçları açıklanabilir, hatta bir ülkenin rejimi değişebilir. 3 kere rakı masası kurup, içip ayılıp, içip ayılıp, içip ayılınabilir. Biz ne yapacağız? Yürüyüş, bir miktar bağırış çağırış, bekleyiş, bekleyiş ve bekleyiş… Çok özlediğim özgürlüğüme, sakallarıma, hobilerime kavuşmak için katlanmam gereken bunlar sadece. Çok özlemesem de ilk defa bu kadar uzak kaldığım sanal dünyaya, iş ortamına ve İstanbul kalabalığına da kavuşacağım. Hayatıma kattığım 10-11 kişi dışında buradan özleyeceğim hiçbir şey olmayacak, tabii bir de buradan çıktıktan sonra sormak lazım, belli olmaz.

XVI-SAATLER VE İNSANLAR
24 saatin altına indik. Yemin töreni öncesi yoğun ayakkabı boyası kullanımından dolayı hepimizin kafası güzelleşti sanki, son gece neredeyse sızar gibi uyudum. Herkes yavaş yavaş gerçek kimliğine geçiş yapmaya başladı, buna ben de dâhilimdir muhtemelen. Kendi benliğimden uzaklaştığım 3 haftanın sonuna geldik. Öğleden sonraları Güneş batmadan önce yatakta oturup veya yatağa uzanıp günlük tuttuğumu sananlar oldu, oysa ki biraz daha farklıydı benim amacım. Yine de bahsetmeden geçemeyeceğim şeyler var. Ne kadar şanslı olduğumu, ne kadar iyi bir koğuşa düştüğümden bahsederek birkaç kez belirtmiştim zaten. Bunun dışında, bir günlük tutuyor olmasan da, birer cümleyle de olsa bahsedilmesi gereken şeyler olduğu açık, gördüğüm kadarıyla bunların notunu tutan kimse olmadı. Öncelikle koğuş dışından başlayarak, komutana Playstation oynayacak zaman kalmadığı hakkında şikâyette bulunan, her zaman içtima sırasının en sonunda, kantin ve TV sırasının başında bulabileceğimiz, adını CashFlow koyduğumuz elemanı ölümsüzleştirmek istedim. Koskoca kışlada sadece 1 kişiyi doyasıya pataklama hakkım olsa, bu adamı seçerdim. Bir de 3 tanesi fermuarlı toplam 9 cebi olan adamların neden cüzdanlarını boyunlarına astığını kesinlikle anlayamayacağım, neyse... Koğuşu enlemesine tam ikiye böldüğümüzde, karşı tarafta az da olsa bir şeyler paylaştığım 1-2 kişi oldu. Kısa da olsa müzik hakkında konuşabildiğim Melih, iş dünyası hakkında şikayetlerimizi paylaştığımız ve iyi bir insan olduğuna inandığım Ozan ve idari işler sorumlusu seçilip belgelere boğulan, her gün en az 1 kere babamızın adını söylediğimiz Deniz… Gelelim bu tarafa. İleride konuşacak olsak da olmasak da, aklıma gelecek ilk özellikleri ile sırasıyla cam tarafı, şafak doğan güneş iken yeterince sağlıklı bir değerlendirme olacaktır. Yaptığı şakaların hepsini anlayabildiğim, yaptığım şakaların hepsini anlayabilen, aklıma geldiğinde her seferinde gülmek ile ilgili bir anı gelecek olan, ülkenin en enteresan imamı Abdullah hoca… Eğitim sürecini yatarak geçiren ve eski oturduğum yerde komşu olup, hiç karşılaşmadığımız Alican… Alt ranza komşum ve can dostum seçilen, ”badim”, mazbut ve aşırı saygın görünümlü bir müfettiş, aile babası memurun dahi böyle bir ortamda nasıl ağzının bozulduğuna şahit olduğum kara mamba Boğaç… Sınırlarımızın birbirine tam zıt olduğu, oyun oynarken hayattaki kurnazlığı yeni çözdüğünü düşündüğüm ve bundan rahatsız olan, yaşadığım muhiti en iyi anlayabilecek tek insan, aşırı iyi insan, Esenyurt için fazla iyi insan Uğur… Zaman zaman dertleştiğimiz, hayatın sillesini yemiş olan ve artık huzur arayan, sövmesine bile güldüğümüz, şu 3 haftalık dönemdeki kahkahalarımızın sebebindeki en yüksek yüzdeye sahip iki insandan biri Hüseyin.. Avrupa’daki hayatı enine boyuna tartışabileceğimiz (özellikle Bulgaristan ve Bulgaristan göçmenleri hakkında), çocuk ruhunu kaybetmemiş Burak… Birkaç saat sonra tıraş köpüğüne boğulacağından habersiz olan, az kalsın neredeyse iyileşmiş olan kekemeliğini üzerimize yapıştıracak olan insan, en gür ve en çok seslimiz, en yüksek ikinci yüzdeye sahip diğer insan, her ortamın adamı Hasan… Koğuşun en büyüğü, en acayip hikayelerine sahip, dinlemesi hep keyifli, zeki insanlarından birisi Ahmet Abi… Beşiktaş ve futbol sayesinde çok uzun süre iletişimde kalacağımıza inandığım, ortak kültürel altyapımız sayesinde tek mimikle bile anlaşmayı başarabileceğimiz Ahmet… Bir askeriye ortamı için fazla bilgi sahibi, her konuda bir fikri olan, zeki ve her daim hayatımın bir yerinde olmasını temenni ettiğim Sahir… Trakya saflığı ve iyiliği yüzüne ve içine işlemiş, nadiren izleyebildiğimiz maçlardaki vazgeçilmez partnerim, aynı anda hem naif hem kurnaz olabilen ve her ortamda kendini sevdirebilecek olan Onur… Ve son olarak beni iyiden iyiye çaya alıştıran, “abi fazla aldım iç işte” diye diye çaykolik yapan, askeriye ortamı iççin fazla zeki olduğunu düşündüğüm, kendini dinletmeyi bilen Mehmet.. İyi ki girdiniz hayatıma moruklar, umarım iyi ki girmişimdir hayatınıza.

23 Eylül 2019 Pazartesi

NE OLUYORUM?


IX-OTURAN BOĞA 
Peki neden “Bordo Bedelli”? Kargalar… Kargalar ile uzun yıllardır enteresan bir ilişki ve iletişimimiz var. Onlu yaşlarımın başında iken ailem ile 1 haftadan fazla uzunluğundaki ilk tatilimizin dönüşünde, odamın camının üstündeki ince duvarı gagalarıyla kazıyarak neredeyse içeri girmek üzere olduklarını gördüğüm kargalardan o an nefret etmeye başlamış olsam da,, yaşım ilerledikçe nefretim merak duygusuna, daha sonra saygıya, daha sonra ise arkadaşlık seviyesine yakın bir samimiyete dönüşmesi sonucu, seslerini de çıkarmaya başladığımdan beri bir miktar iletişim kurmamıza neden olmuştu. Şu an içinde bulunduğum otoriter düzen içinde bulduğum bir boşlukta yalnızken bağırdığım(gagladığım) karganın daha sonra bana bıraktığı ve cebime sığdıramayıp kepimin hava alma deliğine taktığım için Kızılderili kabile reislerine benzediğimi görenler öncelikle klasik şaka yolunu tercih edip “oturan bedelli”, daha sonra ise “bordo bedelli” demesi üzerine, büyük bir ciddiyetle sürdürmeye çalıştığım bedelli askerlik hizmetini, mevcut şartlar çerçevesinde bir deyim niteliğinde bordo bereli gibi sürdürmemi göz önüne alarak bu lakabı o an üzerime çok yakıştırdım. Bu yüzden.(En sonunda yine "oturan boğa"ya bağladık tabii ki)

X-TOPLU ŞANS ŞÖLENİ
Yıllardır çok yakınımda olamayan şansımın da bir miktar yanımda olduğunu hissettiğim bir dönem oluyor bu aslında. Olabilecek en iyi insan grubunun içinde bulunduğumu fark ettim. Yine kesinlikle askerlik anısı değil ama örnek vermek adına, müzikle uğraşan bir ses mühendisi, kültürlü adamlar, serseri davranmaya çalışıp hayatlarında daha önce tatmadıkları samimiyeti görüp şaşkınlıklarının altından sızdırdıkları insanlığıyla kenarda köşede bekleyenler, “benim aslında çok iyi Kürt arkadaşlarım da var” cümlesindeki aşırı iyi niyetli arkadaşım, görmüş geçirmiş ve gerçekten bir çok konuda bilgi sahibi olan sol ranza komşularım, on küsur yıl konuşamayıp bize patlayan ve ortamı asla sessiz bırakmayan arkadaşım, farklı ticari zekâlara sahip olduğunu gördüğüm birkaç arkadaş daha ve birçok ortak noktada buluşabildiğimiz diğer arkadaşlarım ile birlikte, paragrafın başında dediğim gibi olabilecek en iyi insan grubu ile, ayrıca koğuşu bizimle paylaşan, bizimle beraber yatan ama kalktığını pek göremediğimiz, Dünya’nın en iyi niyetli çavuşu ve en iyi insanlarından birisinin, bir araya toplandığımız bir anda, görev süresinin bizden önce bitecek olmasından mütevellit, içimizi burkan titrek ses tonuyla söylediği “Keşke bu grup, bir önceki dönemde gelmiş olsaydı, sizinle bir hafta daha geçirebilseydik” cümlesiyle beraber yanımda hissettiğim şansı umarım açıklayabilmişimdir.

XI-İNSAN YÖNETİMİ
İnsan yönetimi, başarıya ulaşılması en zor şeylerden biri tabii ki… Ben şahsen, yönlendirme yöntemini kullanmayı severim ve bana da bu şekilde yapılmasını yeğlerim. Bir insanı yönetirken, karşı tarafa bunu hissettirmeden yapmanın daha büyük bir başarı olduğunu düşünürüm. Şu 3 haftalık dönemin içindeyken ise zor kullanarak insan yönetimi hakkında da bilgi ve bakış açısı sahibi oldum. Genel kalabalığı göz önüne aldığımda, 28-38 yaş arası erkeklerin, ergenlik dönemlerinde atlatılması gereken hal ve hareketler gösterdiğini düşünürsek, bırakın zor kullanmayı, şiddet uygulamalarının bile gerekebileceğini düşünüyorum, neyse ki kısa bir dönem olacak. Böylesine kalabalık bir topluluğu en az on farklı ağızdan yönetmek tabii ki zor ve eğitilemez karakterde insan sayısının çokluğu bir miktar üzücü. Belki de bu 3 haftanın sonunda ben yanılırım, en azından bir gece yürüyüşünde sessiz kalabildiklerini görmek umut vericiydi, her ne kadar yorgunluktan olduğunu düşünsem de… Aradan 5 saat geçti sadece, bitmiş paragraf yine canlandı. Yorgunluk yerini gerginliğe bıraktı, tahammül seviyeleri sıfırı zorlarken üst üste yaşanan sıra kavgaları, bunun en net göstergesiydi. Dinlenmeye ihtiyacımız vardı ve hayatımı bankalara teslim etmememin meyvesini yıllar sonra ilgin bir şekilde alıyordum. Birliğe bildireceğim bir hesap numaramın olmaması nedeniyle uzun ve yorucu bir yürüyüşten yırtacaktım ilk kez, ayaklarımdaki bant sayısı 7’yi bulmuştu… Birliğin içindeki mini bankada günler sonra ilk kez klimanın altında saatleri öldürdüm, mutluydum.

XII-DEMOKRASİNİN G3'Ü
Yönlendirme demişken, vampirler ve köylüler… Yıllardır hayatımızda farkında olmadan oynadığımız bir oyun ve ilk defa bilinçli olarak bu ortamda oyun olarak gerçekleştirdiğim bir etkinlik oldu. Belki siz biliyorsunuzdur ama ben hiç oynamamıştım. Hayatın içinde de olduğu gibi, kimin ne olduğunun bilinmediği; yalan veya doğru söylediğini, beden dili, ses tonu, kullandığı kelimleler veya birlikte geçirilen belli bir süreden sonra anlaşıldığı bir oyun. Oyunun en önemli özelliğinin, herkesin kendine has gözlem gücü ile oylama sonucu çoğunluğun kararını uygulaması olması açısından, günümüzde demokrasinin ne derece verimli veya verimsiz, geçerli veya geçersiz, sağlıklı veya sağlıksız olduğunu göstermesidir. Bizim oyunumuzda az verimli, geçersiz ve sağlıksızdı. Tamamı ataerkil bir toplulukta ne kadar doğru bir gözlem diyeceksiniz ama, açıkası tamamı kadın olan böyle bir topluluğun olamayacağına ikna olmuş durumdayım, şimdi de ne alaka diyeceksiniz… Sözün özü, vampirler ve köylüler oyununda olduğu gibi tamamı yönlendirmeye dayalı yeni yaşam sistemimiz, hazırlık aşamasını geçmek üzere ve insanların çoğu bunun farkında dahi değil.

21 Eylül 2019 Cumartesi

KİMİM BEN?


V-LİMON KOLONYASI
Postal ile düz çizgide yürümekti aslında hayatın tek zorluğu şu üç haftalık dönemde. Bir de boşluğumda bir çavuşa moruk demeseydim iyiydi. Neyse ki ülkenin en anlayışlı hafif kıdemlilerinin arasına düşmüştüm. Yavaş yavaş tanıyordu beni diğer insanlar. Enteresan bir his, bir topluluğa kendini baştan tanıtmak. Kendini uzun uzun anlatmak değil tabii ki, gündelik konuşmalarımın arasına sıkışan tek cümle yetiyordu genellikle. Yatağımın başında duran standart 80 derece limon kolonyasını işaret eden adama, eline dökmek için işaret ettiğini düşünemeyip, bir önceki paragrafı yazarken boşluğuma gelip çok doğal bir şekilde “iç iç” deyişim yüzünden alkolle aramdaki bağın anlaşılması gibi…

VI-30 YILLIK BİRA
Son 2 yıldır özellikle, daha önce hayatımda eşi benzeri görülmemiş şekilde bir sabır depoladım. Gerek özel ilişkilerimde, gerek iş ilişkilerimde, gerekse arkadaş ilişkilerimde muazzam derecede sabırlı bir insan olduğumu düşünüyorum ve bu konuda çabalamaya devam ediyorum, agresyonumu törpüledim. Sanki geçtiğimiz ilk 30 yılda büyük bir bira bardağını sertçe doldurmuşum, bardağı da çapraz tutmayı akıl edememişim, köpürmüşüm sürekli ve son 2 yılımda bu köpük gittikçe azalmış, azalmış, bitmek üzere artık ama bira da azalmış bir miktar çok fazla köpük yüzünden. Bira getirin moruk!

VII-ASOSYAL ÇENE
15 YIL! Tam 15 yıl 4 ay sonra ilk kez çenemi gördüm, dokundum, sanki başka birisinin çenesini elliyorum gibi. Tahminimce bu his bir daha hiç yaşanmayacak. Bu sebepten mi yoksa özlediğimden mi bilmiyorum ama elim sürekli çeneme gidiyor, arada avuçluyorum, şeklini ezberliyorum, beğeniyorum şeklini dokundukça güzelmiş diyorum ama ne olursa olsun sakallarımla daha mutlu olacağım, çok daha fazla hem de… Aradan geçen 1 haftada tıraş olurken dahi aynaya bakamıyorum.

VIII-MANTIKLAR
Dakiklik… Ne doğuştan gelen bir özellik, ne ailemin kazandırabildiği bir özellik benim için. Doğduğum yerden uzaklaşabilmeyi başarabildiğim yıllarda üzerime yapışan ama çok da yakışan bir özellik. Ne tesadüf ki yıllardır bir şekilde gitmediğim askerliğin de teoride en önemli detaylarından birisi dakiklik. Askerlik anısı olarak değil de, bir komutanımızın söylediği, benim için çok taze bir cümleyi ölümsüzleştirmek istiyorum tam bu noktada: “Askerlikte mantık yok diye bir şey yok arkadaşlar, askerliğin mantığı var, askerliğin sizin mantığınıza ihtiyacı yok!” Hayatımın güncel son dönemine ışık tutabilecek ve bu dönemi özetleyebilecek en önemli cümlelerinden biri olabilir. Genel olarak bilinen düzen-nizamın dışında, her ortamın kendi düzeni olması gerektiğini düşünen bir insan olarak, son birkaç gündür ne kadar başarılı ve üst rütbeli bir asker olabileceğimi fark ettim. Ne var ki, bu kadarı alabilmek için oldukça geç kalınmıştı. Mevcut işimde ve iş yerimde kurduğum düzenin, askerlikteki düzen ve mantığın ne derece benzer olduğunu görmek açıkçası beni çok şaşırttı, ayrıca bunun sorgulanması değil de öğrenilmesi gerektiği gereğini kabullenmek de aynı şekilde.. Belli bir disiplin seviyesinin, başarı ile doğru orantıda olduğuna zaten inanırken, bir yandan da gördüklerim ve görmeye devam ettiklerim ile bunu kendime kanıtlamış oluyordum. Çevremdekiler, askerden kilo vererek döneceğimi düşünenler ile doluyken, gitmeden önceki takıntı, disiplin ve dakikliğimi, içini daha da doldurarak döndüğümü gördüklerinde oldukça şaşıracaklar ki yazmayı bitirdiğimde konuyla ilgili tecrübelerimi muhakkak aktarmış olacağım. Özellikle ailemin, askerlik ile ilgili düşüncelerimden bahsettiğimde, ağızlarının bir miktar açık kalacağından eminim.

NEREYE GELDİM?


Ağustos – Eylül 2019
I- SERVER YÜKLENİYOR
Yarım saat karşılıklı tekmil verdiğimiz adamın adını unuttum, adam eski komşum çıktı. Yine yıllarca yakın oturup karşılaşamadığımız bir insanla tanışmak. Benzeri bir ilişkiden yeni çıkıp askeriyede böyle birisi ile denk getirilmek… Sürekli birilerinin yerine aynı tip insanların aynı şekilde girmeye çalışması, hayatıma ne katacağını bilmediğim birisinin daha ilk kapıda, sırada arka arkaya denk gelmesi gibi şakalar ve önceden alınmış dersler ile herkesle mesafeyi korumak ilkesinin kafamın içinde çaldığı bir diğer alarmı tetiklemişti. Gelişim.

II-PİZZA RESTORANI
Bir restoran düşünün; size öyle herkesin yararlanamayacağı bir fırsat sunuyor. Mesela, sevgililer gününe özel hazırlanan ve çiftlerin restorana gelip sipariş verebileceği kalp şeklinde bir pizza. Ne var ki, restoranda çalışan ve özel ilişkileri konusunda çok başarısız bir aşçının pizza hazırlanışı esnasında içine cinsel gücü azaltıcı eklentiler koyması sonucu gecenin devamında sıfıra inen bir yatak performansı sonucu iki taraf için de gecenin memnuniyetsizlikle sona ermesi. Gecenin en mutlu adamın aşçı olması… İşte askerlik tam olarak böyle bir şeydi benim için, aşçılar da en üstlerdeki komutanlarımız.

III-HAYDİ SÖYLE
Gece nöbetime birkaç saat kala 4 kişinin firar haberiyle uyandırılmadan birkaç saat önce kafamda kurmaya başlamıştım, vakit geçirmek için içimden söylemeyi planladığım şarkılar vardı. Artık dedim Ezhel mi mırıldanırım, Joker moker mi girerim, Metallica klasikleri en az yarım saatimi tutar diye düşünüyordum. Daha nöbetin 16.dakikasında mırıldandığımı fark ettiğim “İbrahim Tatlıses – Haydi Söyle” şarkısı… Gerçekten hiçbir anısı yok, hayatım boyunca sarhoşken 1-2 kere söylediğim fakat yüzlerce kez maruz kaldığım ve sevmediğim bir şarkıdır. Demek ki nöbet söyletiyor moruk. Yapmam dediğim şeylerdendi, yaptım.

IV-HORLAMALAR
Alkol aldığımda, daha doğrusu çok alkol aldığımda veya aşırı derecede yorulduğumda horlayan bir insanımdır. Zaman zaman insanların yoğun şikayetine maruz kalmışımdır. İlk geceyi deneme sürüşü edasında tıkaçsız, ikinci geceyi ise kulak tıkacımı takarak geçirdim. Daha önce denemediyseniz mutlaka tecrübe etmelisiniz. Tam anlamıyla insanın kendini dinlemesi; nefesini, yutkunmasını, kanın akışını, sindirimin sesini dinlemek bütün gece! Biraz fazla konsantre olunduğunda kan değerlerinin değişimini bile duyabilmek… Askere gitmeden önce duymanız gereken 101 nasihat isimsiz kitaplarından, bana anlatılanlarda çok uyarmışlardı, mutlaka almam gerektiğini, herkesin horladığını söylemişlerdi, zorla aldırılanlar köşemizde kalacak bu tıkaçlar belli ki.. Koğuş içinde sabahları kimlerin horladığı tartışılıyordu ufaktan şakalarla karışık bir şekilde ve sürpriz bir şekilde benim adım geçmiyordu bir türlü. Üçüncü gece takmadım kulak tıkacımı. Evet, horlayanlar vardı. Uyku tutmayan ilk yarım saat içinde horlayanları kıskanmaya başlamıştım. Yılların en derinden en gürültülü horlayabilen adamı olan ben, bu koroya bir nota dahi katamıyordum. Orkestranın eksik parçasıydım adeta, uyumadan önce kurduğum son cümleydi içimden: “Keşke ben de horlayabilsem”. Onlara ayak uydurmak isterken, kimsenin şikayet edemeyeceği tek ortamda genzimdeki etin suskun kalması..